30 Ocak 2013 Çarşamba

Tanrı Daima Tebdil-i Kıyafet Gezer - Laurent Gounelle

Bu kitaba sevgili Kitap Kurdu Böjük'ün çekilişini kazanarak sahip olmuştum. Çok beğenerek okudum. Tekrar teşekkürler....
Kitabın konusu : 
Alan Greenmor... Kitaptaki baş karakter. Gerçek babası annesinin hamile olduğunu öğrendiği an annesini terketmiş, annesinin sonradan evlenip Amerika'ya yerleştiği kişi ise bir müddet sonra bırakmış onları. Annesi devamlı fazlasını istemiş Alan'dan, okulda en başarılı olmasını, çok iyi bir sporcu olmasını... Devamlı bu baskıyla büyümüş Alan. Günün birinde annesi de ölünce memleketi Fransa'ya dönmekte bulmuş çareyi. Mesleği muhasebecilik ama bu iş Amerika ve Fransa'da farklı tarzlarda yapıldığı için muhasebeci olmak için başvurduğu bir işyerinde işe yerleştirme danışmanı olarak başlamış. Sonra bir sevgilisi olmuş. Audrey... Günün birinde Audrey bunu terkedince ne yapacağını bilememiş ve intihar etmeye karar vermiş. 

Eyfel Kulesi'nin tepesinde tam intihar edeceği vakit biriyle karşılaşıyor. Yves Dubreil... Alan'ı intihardan vazgeçiriyor ama karşılığında her dediğini yapmasını istiyor. Kendi iyiliğin için diyor her defasında, eğer anlaşmayı bozarsan da ben öldürürüm seni diye tehdit ediyor.

İlk başlarda Alan çok mutlu, bu durumu garipsese de, Dubreil'in verdiği görevler sayesinde daha bi özgüvenli, daha bi mutlu oluyor. Ama gün geçtikçe de Dubreil'in verdiği görevlerden ve bu bağımlılıktan korkmaya, tamamen özgür olmayı istemeye başlıyor. Kafasında da bi sürü soru işareti zaten... 

Kitabın sonunda çok güzel bir şekilde bağlanıyor tüm bu sorular. Şaşırtıcı bir son...

Her zamanki gibi kitapta en beğendiğim kısımlar burada : 

  • Büyük problem diye bir şey yoktur. Küçük insanlar vardır yalnızca.
  • Komşunun evrenini kucakla, sana açılacaktır.
  • Kendine güven konusunda hepimiz aynı potansiyelle doğarız. Sonra anne babamızın, dadımızın, öğretmenlerimizin yorumunu alırız!!!
  • Dünyada görmek istediğimiz değişimin ta kendisi olmalıyız...


Sen Uyurken - While You Were Sleeping

Bir tren istasyonunda jeton satma görevlisi olarak çalışan Lucy , her sabah karşılaştığı David'e, tek bir kelime bile konuşmasalar da gün geçtikçe aşık olmaktadır. Günün birinde David jetonu aldıktan sonra treni beklerken 2 kapkaççının saldırısına uğrar ve rayların üzerine düşer. Lucy hemen yardımına koşar. Son anda onu raylardan çekmeyi başarır ve hastaneye kaldırır. Hastanede odasına girmeye çalışırken akrabaları dışındakilerin giremeyeceğini anlayınca ama biz evlenecektik der kendi kendine. Böylelikle önce bir hemşire, sonra doktorlar sonra da tüm ailesi Lucy'yi David'in nişanlısı zanneder. Bu arada David komada yatmaktadır. Lucy ise gün geçtikçe David'in ailesiyle yakınlaşmaya başlar. Ancak David'in kardeşi Jack'le karşılaşınca işler karışır. Filmin devamında sürprizler beklemektedir Lucy'yi, David'i, Jack'i ve tüm aileyi... 


Kesinlikle izlenesi bir film. Hele ki şu kış günlerine pek yaraşır manzaralar var. 95'te çekildiği için kıyafetler, saçlar, aksesuarlar tam dönemi yansıtıyor. Film boyunca bu Sandra Bullock neden bu kadar bol bir palto giyiyor diye düşünüyordum ki filmin içinde bir sahnede aldım cevabımı :)


Bu arada Lucy, çok küçükken annesini, 1 yıl önce de babasını yitirmiştir. Geriye hiç kimsesi kalmamıştır ve çok yalnızlık çekmektedir. Ama şunu farkettim ki insanın kendisi için de bi şeyler yapması çok güzel. Lucy'nin tek başına olacağını bile bile yılbaşı ağacı süslemesi gibi... Ben olsam yapmazdım herhalde...


Filmin en komik sahnesi ise David'in eski nişanlısı yanına gelir hastaneye, bağırır çağırır Lucy'yle nişanlı zannettiği için . Son olarak da eşyalarımı istiyorum  senden der. David de ben de istiyorum eşyalarımı. Önce burnunu diye cevap verir, burun estetik parasını kendi ödediği için :))


Not: Filmde geçen evlere bayıldım (Bir çok yabancı filmde aynı şeyi hissederim zaten). Ne kadar güzeller, ah Türkiye'de böyle evlere sahip olmak için çooook zengin olmak gerekli maalesef...

Cennet Gibi - Just Like Heaven

En beğendiğim filmler arasındadır "Cennet Gibi - Just Like Heaven". Hatta dün eşime hatırlattım dvd'sini alması için. Ama bulamamıştı. Şansa bakın ki bugün tv'de rastladım bu güzel filme. Rehberde dolaşıyordum acaba izlenecek herhangi bir şey var mıdır tv'de derken pat diye karşıma çıktı. Çok sevindim. 40 kere söylersen gerçekleşir derler ya, belki de bu oldu :) Eşime de dedim, Öykü'den sen sorumlusun, tv'nin başından hiç kalkmadan keyifle izledim filmimi...



Filmde Elizabeth canla başla çalışan bu sebeple de anti-sosyal olmuş bir doktordur. Bir gün ablası onu biriyle tanıştıracağını söyler, biraz zorla da olsa bu tanışmaya giderken bir kaza geçirir Elizabeth. Kaza sonrasında makinelere bağlı olarak yaşamaya başlar.
David ise eşini kaybedeli 2 yıl olmuş bir peyzajcıdır. Kendisine oturacak kiralık bir daire bakmaktadır. Ve Elizabeth'in dairesini kiralar. İşte yolları burada kesişir. 

Elizabeth'in hayaleti ara ara kendi dairesine gider ve orada David'le karşılaşır. Evi dışında hiç bir şeyi hatırlamayan Elizabeth, David sayesinde bir şeyler hatırlamaya başlar. Doktor olduğunu hatırlamasının ardından hangi hastanede çalıştığını hatırlar. Oraya gidip baktıklarında görürler ki Elizabeth komada yatmaktadır ve ablası ertesi gün fişin çekilme kararını vermiştir. 



Sonrası yine filmde. Yine çok yazdım. Ama mutlaka izleyin derim eğer romantik komedi tarzını seviyorsanız...

29 Ocak 2013 Salı

Bugün günlerden yap-boz...

Sabahtan beri bu yap-bozları yapıyoruz bozuyoruz :) Bir daha yapıyoruz. Sıkıldım galiba :))

İnekli yap-bozu durununannesi sayesinde almıştım morhipodan. Çok eğlenerek yapıyor Öykü, en sonunda da mööööö diye bittiğini anlatıyor :)

Winnie the pooh benim çok sevdiğim karakterler arasında. Öykü de çok seviyor. Bu ilk 104 parçalık yap-bozumuz olma özelliğini taşıyor. Doğumgününde kuzenim tarafından hediye gelmişti. Florasan özellikli olduğu için karanlık ortamda da parlıyor... Çok hoşuma gitti. Karanlık ortamda fotoğraflayamadım maalesef :( 

Bu da Sünger Bob'lu yapbozumuz. Parçaları çok büyük, göz açıp kapayıncaya kadar yapılıp bitiyor... 

Öykü'yle Oyun vakti...

Daha önceden Re-ge nin oyuncaklarından bahsetmiştim burada. Ara ara çıkarıp oynuyoruz bu kutu oyunlarını. Bugün de bir tanesini oynayalım dedik, Sizlere tanıtmak amaçlı fotoğraflarını da çektim. 


Bu oyunumuzda 5 tane meslek kartı var, her kartta da 2 meslek grubuna ait resimler. Yani toplamda 10 meslek... Öğretmen, doktor, hemşire, kasap, çiftçi, diş hekimi, inşaatçı, fırıncı, balıkçı ve itfaiyeci... Bu mesleklere ait 2'şer resim bulunuyor. Amaç bu resimleri alakalı olduğu mesleğin bulunduğu karta yerleştirmek. 


Fotoğraflarda da belli oluyor zaten nasıl oynandığı. 

Biz oynarken eğlendik, siz de bi inceleyin bakalım...

28 Ocak 2013 Pazartesi

Dedemin İnsanları...

Çağan Irmak filmlerine, dizilerine bayılıyorum. Asmalı Konak, Çemberimde Gül Oya bayılarak izlediğim favori dizilerimden... Babam ve Oğlum, Issız Adam yine çok beğendiğim filmleri... Hal böyle olunca bugün de hazır boş boş oturuyorum ne izlesem diye düşünürken "Dedemin İnsanları" geldi aklıma. Geçen ay tv'de yayınlanmıştı da sabah erken kalktığım için azıcık ucundan bakabilmiştim. 

Film klişe bir Çağan Irmak filmi, başrol oyuncularından Çetin Tekindor, filmin yine Ege'de çekilmesi, bol bol Ege şivesinin kullanılması, yine 80 darbesinden bahsedilmesi, başrol olmasa da Hümeyra'nın da filmde oynaması... Hep bildiğimiz şeyler bunlar. Haa bu filmi kötü yapar mı kesinlikle hayır. Çok severek, yer yer ağlayarak izlediğim bir film oldu bu. 



Film İzmir'de geçiyor. Mehmet Bey ( Çetin Tekindor) çocukken mübadele sonucunda ailesiyle Yunanistan'ı bırakıp İzmir'e geliyor. Buraya yerleşip yaşamaya başlıyorlar. Sonra evleniyor, çocuğu, torunu oluyor. Artık kasabanın yerlisi oluyor ama yine de Yunanistan'dan göçtüğü için arada sataşmalar oluyor. Çocuklar arasında ise hala yerliler ve göç edenler arasında küçük kavgalar yaşanıyor. Mehmet'in torunu Ozan ise devamlı gavur değil Türk olduğunu ispat etme halinde...Filmin sonu biraz acıklı, burada bahsetmiyim kesinlikle izlemenizi tavsiye ediyorum. 

    Yukarıda görünen sahne Mehmet'in ailesiyle beraber İzmir'e göç ettiği sahne... Gemiyle yolculuk ederlerken Mehmet'in kardeşi tifodan ölüyor ve diğer yolculara bulaşmasın diye bebeğin cesedini denize atıyorlar. Ahhh çok iç acıtıcı bir sahne...

Filmin bir yerinde göç edenlerle ilgili şöyle bir cümle var :  "orada Türk tohumu, burada Yunan gavuruyuz. " İnsanlar ne çileler çekmiş, yabancı bir ülkede olsan da dert, kendi topraklarına gelsen de hem etrafındakiler, hem doğup büyüdüğün yerlerin özlemi , hepsi ayrı dert...

Mehmet bir tuhafiye sahibidir. Ve öğlen vakti bir yere gittiğinde dükkanı kilitlemez. Bunun sebebini soran torununa "Gündüz vakti kilitlenmez dükkan, ayıp konu komşuya. Onlara güvenmiyorsun gibi olur..." diye bir cevap verir. Günümüzde aynı durumun yaşandığını düşünsenize bi, dışarı çıkıyorsun, döndüğünde herşey tam takır kuru bakır bulma ihtimalin çok yüksek  :(
                               
Bi de bağda evleri var, yazları okul kapanınca oraya gidiyorlar. Bir nevi yazlık niyetine. Orayı her yaz başında ilk açarken kilidi çevirdikleri anda kahkaha atıyorlar. Amaç tüm yaz boyunca neşenin, gülmenin evlerinden eksik olmaması.. Kendi evlerimize girerken yapmalı bunu...

27 Ocak 2013 Pazar

Öykü'mün doğumgünü menüsü...

 Kızçemin doğumgünü menüsünde elimizden ne geldiyse yapıverdik...

  • Pasta
  • Havuçlu, cevizli kek. Tarif burada...
  • Patatesli karnıyarık böreği
  • Krem şantili mini tartlar
  • Yoğurtlu havuç salatası
  • Şeker hamurlu kurabiye
  • Susamlı kurabiye. Tarif Moriçe'mden. Çok lezzetli oldu, ellerine sağlık tatlım.
  • Acılı kurabiye
  • Arpa şehriye salatası
  • Mercimek köftesi
  • Peynirli, çekirdekli poğaça
  • Yağlı çörek. Annecim kendi elleriyle açtı bu çöreği... Sağolsun varolsun...



Şeker hamurlu kurabiyeler Seda teyzemizden. Muhteşem olmuşlardı, ellerine sağlık demem yeterli değil kesinlikle ve ne kadar da teşekkür etsem...

Belki sizlere de fikir olur açısından yayınladım menümü. Tariflerimi de vaktim olursa tek tek koyarım belki...


Öykü'mün doğumgünü...

1 ay gecikmeli de olsa kızçemin doğumgününü dün kutladık. Çok eğlenceli, çok zevkli, çok renkli geçen bir doğumgünü oldu. Çok içime sindi herşey... 

Konseptimiz tinker bell di. Kendi çapımda da bi şeyler yaptım, süsleme, hediye ayraç filan.

Bakalım doğumgünümüzde neler varmış, neler olmuş !...

Pastamız bu şekildeydi, gerçi ben tinker belle ait küçük oyuncakların olduğu tarzda bir pasta düşünmüştüm ama kaç yere sorduysam ellerinde bu karakterin oyuncağı olmadığını söylediler. Mecburen resim baskılı yaptırdım pastayı. Her zaman yaptırdığımız ve ürünlerini beğendiğimiz pastanede yaptırdığımız için lezzeti de yerindeydi. 



Kızçemin işi gücü pastasını parmaklamaktı...


Kızçeme başka bir badi giydirmeyi düşünmüştüm ama bunda inat etti birazcık, sağlık olsun dedik. Tütüyü de ananemiz yaptı. Ellerine sağlık çok güzel oldu. Bir de yeşil kelebek kanadı aradım, hem de birçok yerde aradım ama bulamadım :(
    


Bir arkadaşımın oğlunun doğumgününde görmüştüm bu süslemeyi  ve çok da hoşuma gitmişti. Ben de uyguladım...


Maalesef Öykü  aldığımız tinker bell'li taçları kafasına takmadı. Benim kızım küçük lastikleri dışında toka bile taktırmıyor hala. Eee ne yapalım, biz taktık taçları, çok da güzel olduk yav...

Bu da erkek çocuklar için aldığımız şapkalar ama abileri el koymuş. Dayanamadım yakışıklılarımın arasına dalıverdim fotoğraf çekilme esnasında...

Ama Öykü'mle tek bir fotom bile yok. Hiç fotoğraf çektirmek istemedi, bu da babasıyla şans eseri çekilmiş... 


Devamı gelecek :))

21 Ocak 2013 Pazartesi

Kalk kızım kalk..

Cumartesiye doğumgünü var kızçemin. Yapılacak onca iş var ki...1 dk bile oturmamam gerek bundan sonra...Neyse önce şu postu yazayım da sonrasında oturmam artık :)

  • Ev temizlenecek (İşin en önemli kısmı, 3 aydır okulun arta kalan zamanlarında eşimin işyerinde olduğum için, evime pek vakit ayıramadım.)
  • Pasta siparişi verilecek.
  • Yeşil tül alıp , kızıma tütü hazırlanacak.
  • Yeşil kelebek kanadı alınacak.
  • Davetliler için hazırladığım ayraçların çıktısı alınıp, pvc kaplanıp, kurdeleyle süslenecek.
  • Davetiyelerimiz e-posta yoluyla davetlilere gönderilecek.
  • Hazırladığım bannerın çıktısı alınıp, kurdeleyle son hali verilecek.
  • Kız çocuklar için, tinker bell şapkalar alındı, erkek çocuklar için de şapka alınacak.
  • Doğumgünü menü listesi hazırlanacak.
  • Ve bu menü yapılacak.
  • Pasta için 3 yaş mumu alınacak. (Değişik bi şey olsun istiyorum, hayırlısı...)
  • Kızçeme doğumgünü hediyesi alınacak.
  • Balonlar alınacak.
  • Ev süslemesi yapılacak...
  • Anı defteri hazırlanacak ( ki hiç bir fikrim yok henüz)
Kesin başka işler de vardır. Çok işim var çooooook. Yardıma gelmek isteyen varsa açık ev adresimi yazarım :)

16 Ocak 2013 Çarşamba

2012'de Okuduğum Kitaplar Mimi

Sevgili arkadaşım amphitrite nam-ı diğer Ceyda beni mimlemiş :) Geçen yıl okuduğum kitapların bir kısmını, blogum olduktan sonraki okuduklarımı burada paylaşıyorum zaten. Öncesi için de kalktım, gittim , kitaplığımı karıştırdım. Hangilerini bu yıl bulmuşum, toparlayıp geldim yanıma :) Şimdiden belirteyim Allah ömür verir de bu senenin sonunu görürsem hedefim en az 52 :)


  • Mart Menekşeleri ( Bu aralar bloglarda ismi pek bir geçer oldu, aldım, okudum çok da beğendim. Tavsiye edilir)
  • Baharat Kokulu Hayatlar (Çerez tadında bir kitap, biraz kafanızı boşaltmak istiyorsunuz tavsiyedir)
  • Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları Su (Buket Uzuner'in her kitabını okurum, bunu da kaçırmadım, çok güzeldi. Muhakkak tavsiye edilir)

    • 22/11/63( Tam Stephen King'e uygun bir kitap. Heyecan dorukta hep. Muhakkak tavsiye edilir.)
    • Aziz Bey Hadisesi (Küçük öykülerden oluşan ince bir kitap, okunabilir.)
    • Bir Gün (Ceyda'nın hediyesi.İçerik olarak okumaya alışık olmadığım türden bir kitap. 22 yıl boyunca tek bir günden ve 2 kişinin arkadaşlığından bahsediyor.)
    •  Psiko Analist (Heyecan dorukta olan bir kitap daha, tam anlamıyla 2 bölümden oluşuyor. Okunmalı ! Yine Ceyda'nın hediyesi)
     
    • Kış Bahçesi (Sonlarına doğru ağlaya ağlaya içimi çıkartan kitap. Özellikle bayanlar, anneler muhakkak okumalı.)
    • Doğu'nun Limanları ( Amin Maalof'un kitabı. Kitapta bahsedilen karakterler gerçek kişilerden esinlenilmiş. Okunabilir)
    • Arı Kovanına Çomak Sokan Kız
    • Ateşle Oynayan Kız
    • Ejderha Dövmeli Kız (Bu üçlemeyi de moriçemden görüp almıştım, çok beğenerek okudum. Muhakkak okunmalı)
    • Satranç (Stefan Zweig)
    • Şemspare (Elif Şafak'ın bir çok kitabını okuduğum için bu son kitabını da alıp okudum. Denemelerden oluştuğu için hoşlanmıyorsanız hiç başlamayın derim. )
    • Bin Muhteşem Güneş ( Okumazsanız çok şey kaçırırsınız...)
    • Sil Baştan ( Özü kitabın kapağında da yazıyor zaten. Hayatınızı tekrar , tekrar ve tekrar yaşamak zorunda kalsaydınız. Çok beğenerek okudum)
    • Bir Çift Ayakkabı ( Sunay Akın'ın bilgilendirici eğlendirici kitabı. Çok güzel!...)


      (Buraya kadar olan kitapların yorumları blogumda mevcut, bundan sonrakiler blog öncesi kitaplar :))
    • Aşk (Elif Şafak'ın bu kitabını 2. kez okudum bu yıl. Okumadan geçmeyin)
    • Darağacında Üç Fidan ( Deniz, Yusuf ve Hüseyin'in anlatıldığı kitap. Muhakkak okunmalı)
    • Uçurtma Avcısı (İlk başlarda sıkılarak, sonra bayıla bayıla okudum)
    • Firarperest ( Elif Şafak - Yine denemelerden oluşan bir kitap)
    • Sultanı Öldürmek (Ahmet Ümit - Hastasıyız kendisinin )
    • Yazlık (Gülse Birsel - yazın okuduğum çerezlik kitap)
    • Piraye (Tuna Serim'in Nazım'ın Piraye'sini anlattığı müthiş kitabı )
    • Yüreğim Seni Çok Sevdi (Canan Tan'ın çerezlik bir kitabı. Bir daha okur muyum bir kitabını, pek sanmam. Basit biraz )
    • Gizli Anların Yolcusu (Ayşe Kulin'den değişik bir tarz. Şaşırarak okudum. Okunmalı'..)
    • Aşk ve Zeka ( Benim öğretmen arkadaşımın yazdığı bir kitap, sonu istediğim gibi olmasa da severek okudum. D&R larda satılıyor. Yazarı Eray Aydın)
    • İstanbul Hatırası (Ahmet Ümit)
    • Küçük Mucizeler Dükkanı 
    • Bir Yumak Mutluluk...
    Eminim unuttuğum vardır ama, genel olarak geçen yıldaki kitap durumum budur. 




      12 Ocak 2013 Cumartesi

      Necib Mahfuz - Kuştimur Kahvehanesi

      2013 yılında haftada en az 1 kitap okumalıyım diye şartlandırmıştım kendimi, her pazartesi bir kitap yorumlayacaktım hesaplarıma göre :) Ama gördüğünüz gibi bugün ayın 12'si ve ben ancak bitirdim elimdeki kitabı. Kendime haksızlık etmiyim 2.si de pazartesiye yetişir İskender Pala'nın Od kitabı...


      Necib Mahfuz'u daha önce hiç duymamış, hiç bir kitabını okumamıştım. Halbuki Nobel ödüllü Mısır'ın Balzac'ı olarak bilinen bir yazarmış. Sevgili Pinuccia'nın yazar ayları etkinliğine katılarak tanışmış oldum bu yazarla da. Dediğim gibi yazarı hiç tanımadığım için, kitapları hakkında da bilgim yoktu. Sevgili moriçem bu kitabını okuyor diye, benimki de bu olsun bakalım diyiverdim.
      Gelelim kitaba... Sadece 142 sayfalık bir kitap, ama dolu dolu sayfaları, içeriği. Kitapta 5 yakın arkadaşın 7den 70e yaşayışları, eğitim hayatları, iş hayatları, evlilikleri, boşanmaları, Mısır'ın çalkantılı tarihi ele alınıyor. Aslında 5 yakın arkadaş desem de biri anlatıcı, diğer 4'ünden bahsediyor hep. 
      Kitap, ismini bu 5 arkadaşın devamlı buluştuğu Kahvehaneden almış... Tabi ki kitapta çok çok beğendiğim kısımlar var, hemen onların notunu aldım, burada sizlerle de paylaşayım şimdi. 

      • "Ölüm hepimiz için bilinmeyen bir tarihe kadar ertelenmiş bir durum olduğu için kendimizi güvende hissediyorduk. "
      • "Mısır sevgiyi hakediyor, ama onu sırf kendisi olduğu için seven birine henüz rastlamadı. " Benim güzel ülkemde sevgiyi hakediyor, onu sırf kendisi için seven bir lideri vardı. 1938 de gözlerini yumdu :(
      • Kitabın kahramanlarından Tahir tıp okumasını isteyen babasına : "Ama ben bir şairim baba"diyor. Babası da cevabına " Böyle bir kusurun olduğunu bilsen bile.... " şeklinde başlıyor.
      • Yine bir diğer karakter olan Hamada 70'li yaşlarında bir isim hatırlamaya çalışıyor ve bir türlü hatırlayamıyor, eveleyip gevelerken arkadaşı hatırlatıyor. Hamada ise " Nasıl oldu da unuttum, acaba ölürken cahil mi öleceğiz?" diye soruyor.
      • "Her kahkahamızda bitkin kalplerimizin kadehlerine bir yudum su koysaydık, bir göl dolusu saf temiz suyumuz olurdu." diyor Hamada başka bir yerde de...
      Yukarıda bahsettiğim kısımların her birisi üstüne uzun uzun düşünülüp muhabbetler kurulabilecek türden...

      Kısacası okunası, farklı kültürlerden bahseden bir kitap...

      10 Ocak 2013 Perşembe

      Masada Ne Yok Oyunu...

      Öykü'mün okulundan genellikle hafta sonları ailece yapılabilecek eğlenceli aktiviteler gönderiliyor. Amaç çocukların aile ortamında kaliteli vakit geçirmelerine katkı sağlamak. İşte bu oyun da onlardan biri...

      Bir masanın üstüne 6-7 farklı nesne koyup, önce çocuğunuza masadaki malzemelerin adlarını söyletiyorsunuz. Sonra arkasını döndürüp bu nesnelerden birini saklıyorsunuz. Çocuğunuz dönüp masaya bakıp eksik malzemenin hangisi olduğunu bulup adını söylüyor. 

      Amaç dikkat oyunları ile çocukların zihinsel gelişimlerini güçlendirmek...

      Bu akşam oynadık ilk defa bu oyunu...
      Bizim durumumuz bu şekildeydi...

      Önce nesnelerimizi koyduk masanın üstüne...

      Sonra Öykü gözünü kapatırken ben de saklama işini yaptım. 

      Bu hali de hangi nesnenin kaybolduğunu bulurken ezilip büzülme hali :)

      8 Ocak 2013 Salı

      İlk Çarpı işim...

      Sevgili neşeli oyuncakların blogunda gezerken gördüm bu etamin işlemesini.. Çok beğendim, hemen ben de yapayım , denemekten ne kaybederim dedim. Elime etamin almışlığm yok bugüne kadar, olsun şansımı bi deneyim mantığıyla annemi arayıp etamin kumaşı aldırdıım. Sonra da gidip iplerini aldım kendim ve başladım işlemeye...
      Ablamların evinde işlemeye başladığım için yeğenim Efe teyze benim olsun mu dedi, her ne kadar ne yapacağını bilmese de seni mi kırıcam oğlum diyerek onun için yaptım bu işlemeyi. Yanındaki ağaçları da onun yönlendirmesiyle yaptım. Hediye paketleri de istedi de oğlum dur onu aklımdan çıkaramam diyerek geçiştirdim.
      Oğluşuma özel olduğu belli olsun diye altına bir de adını işledim. Oldu da bitti.. Ablama teslim ettim, o da bir çerçevenin içine koyup Efe'min odasına asacak.
       Nasıl olmuş sizce???

      Neşeli oyuncaklar bu etamini bir yastığın üstüne dikmiş, çok güzel olmuş . Ona da bakmak isterseniz tık tık...

      2 Ocak 2013 Çarşamba

      Şu an mutluyum...

      Saat 1:25...
      Tv'de Melekler Şehri... Müthiş bir romantik film...
      Yanımda bilgisayarım, Öykü'nün doğumgünü davetiyesini, misafirlere verilecek ayraçları hazırlıyorum. Bi yandan da facebook açık...
      Önümde portakallar, doya doya yiyorum...
      Ev sessiz, Öykü ve Ömer uykuda...
      Kafamı dinliyorum.
      Sabah 5 30 'ta kalkmıyacağımı bilmenin rahatlığı içindeyim ve bu durumu çooooook özlemişim...

      İşte ben...

      Fotoğrafım
      İstanbul, Türkiye
      Benden merhaba.. 30 yaşlarında okumayı, gezmeyi, eğlenmeyi seven bir öğretmenim. Bir de 3,5 yaşında hayatımın Öykü'süne sahibim. Blogumda güzel vakit geçirmeniz dileğiyle...