31 Mayıs 2013 Cuma

Delifişek - Jose Mauro De Vasconcelos

Pinuccia'nın ev sahipliğini yaptığı yazar ayları etkinliğinde Vasconcelos'un 3. kitabını da okumuş bulunmaktayım. Hatta ayın son saatlerinde bile olsa, hatta ben misafirlikte bile olsam yazımı yazmadan edemedim :)

Şeker Portakalı - ardından Güneşi Uyandıralım - son olarak da Delifişek'le Zeze'li günler geçirdim. Tabi ki bu kitaplardan en güzeli Zeze'nin çocukluğundan bahseden Şeker Portakalı'ydı, Zeze'nin ilk gençliğinden bahseden Güneşi Uyandıralım da fena değildi, ama Delifişek'ten aynı hazzı aldığımı pek söyleyemiycem. 


Delifişek'te Zeze'nin 19-20'li yaşlarından bahsediyor. Tam olarak bir baltaya sap olamamış durumda, önce okula kaydolmuş, ama bırakmış. Bazı işlerde çalışmış, sonra bırakmış. Ailesiyle hala mutsuz :( Yine aşık oluyor, ama onunla da tam mutlu olamıyorlar çevre baskısından dolayı...

Güneşi Uyandıralım kitabında Zeze tekrar kendi ailesinin yanına dönmek üzere gemiye binmişti en son, Delifişek kitabında olaylar buradan devam edecek diye beklerken, Zeze'yi tekrar geçici olarak bakımını üstlenen ailenin yanında görüyoruz. Ama neden geri dönmüş, nasıl geri dönmüş hiç belli değil !..

Kitabın bir yerinde şöyle bir anlatım var ki bayıldımmmmmm....
"Bir kitapta okuduktan sonra ben de burnuma mandal takıp, inceltmeye çalışmıştım. Ama patates görünümlü burnum artık dolma bibere benzemişti" :)))

Mayıs ayında 3 Zeze kitabı bitti, daha bereketlisi Haziranda olsun inşallah :)

28 Mayıs 2013 Salı

Öykü'mün Sergisi...

Canım yavrumun okulunda öğrencilerin sene boyunca yaptıkları çalışmaları sergiledikleri bir sergi vardı geçen pazar günü. Hem 19 Mayıs , hem sergi , hem de anneler gününün heyecanını birlikte yaşadık. 

Anneler günü için bizlere hediye hazırlamışlar. 


Canım kızım Atasının resminin olduğu bir çalışma yapmış, "anne çabuk gel Atatürk burada" diye de beni çağırıyor.  Yanındaki de en çok sevdiği arkadaşı Tuana...


Okul bahçesindeki sergiden bir görüntü... 

Çok çok sevdiği öğretmenleriyle bir fotoğraf çekilmezse olmaz tabi :)


Gerçekte olmayan, ama fotoğrafta öyle yansımış olan sinirli çocuk pozu :)

Yine çalışmalarımızdan bir kare daha...

Burada da "Hoş gelişler ola, Mustafa Kemal Paşa" diyorlar hep beraber ellerindeki bayrakları sallarken...

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Güneşi Uyandıralım - Jose Mauro De Vasconcelos

Pinuccia'nın yazar etkinliğinde bu ay  Vasconcelos'un kitaplarını okuyoruz. İlk defa bu etkinlikte bir yazarın 2. kitabını okumaktayım. Hatta 3.süne bile başladım :)


Şeker Portakalı'nın devamı olan bu kitapta Zeze biraz daha büyümüş halde. Kendi ailesinin yanından zengin bir ailenin yanına verilmiş eğitim hayatı bitene kadar. Okulunda ve yeni çevresinde yaptığı yaramazlıklar, yine duygusal halleri var bu kitapta da. Hee bi de aşık olduğu sevgilisi.
Diğer kitaptaki Portekizli arkadaşı Portuga ve Şeker portakalı artık yanında değiller. Arada onları hatırlasa da bu kitapta Zeze'ye eşlik eden 2 hayali arkadaşı daha var. Birisi yüreğinden içeri giren ve hep orada kalan Adam ismindeki kurbağası, diğeri de filmini izleyip hayran olduğu ve bazı akşamlar kendisini ziyarete geldiğini düşündüğü Maurice Chevalier.

Kitabın sonlarında Zeze 40 yaşlarındayken Chevalier'le karşılaşıyor ve o kadar heyecanlanıp , duygulanıyor ki... Bir zamanlar babasının yerine koyduğu adamla karşılaşmak okurken beni bile heyecanlandırdı.

Bir de kitapta şöyle bir bölüm vardı ki , hem de moralim bozuk bir anda okurken beni benden aldı ...

"Başka bir hayatta düğme olarak doğmak istiyorum. Ne düğmesi olursa. Külot düğmesi bile. İnsan olmaktan ve bir zavallı gibi acı çekmekten iyidir."

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Yeni Ay (Alacakaranlık Serisi)

Alacakaranlık serisini izlemeye devam ediyorum. 2. filmi 1.sinden daha çok sardı beni, ilkinde tanışmaları, aşık olmaları çok antipatikti :)

Bu filmde vampirlerin yanısıra bir de kurtlar çıktı meydana :) Normalde insan görünümünde , ama özel güçleri sayesinde kurda dönüşüyorlar. Bunlardan biri de Bella'nın arkadaşı Jacop ... Şu yakışıklılığa, sevimliliğe bakar mısınız lütfen ya. Edward da kimmiş dedirtmiyor mu sizce de :)


Filmi izliyorum ama hala 2 başrol oyuncusu da hiç sempatik gelmiyor bana :) 

Filmdeki en güzel kısım ise vampirlerin kan gördükleri zaman gözlerinin döndüğü an :) 
Tıpkı aşağıdaki resimde olduğu gibi...


22 Mayıs 2013 Çarşamba

Öykü ve babasından sanatsal çalışma :)

Bir iki hafta önce Öykü'mün okulundan tuval istediler bir etkinlik yapmak için. Ben de bir fazla alayım bari dedim evde de bir şeyler yapmak için...

Dün de etrafı toparlarken Öykü ayağıma dolanıyordu, hadi bey dedim, sen kızınla bi şeyler yap ben de rahat rahat işimi göreyim. Almışlar ellerini tuvali ve parmak boyalarını. Öykü'nün elini boyayıp boyayıp basmışlar tuvale... Son olarak da Ömer yapmış elinin baskısını. Getirip bana gösterdiler ki bayıldımmmmm..


Ama bir de benim elim için yer ayırmamışlar ya , gücüme de gitmedi değil hani :)

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Alacakaranlık - Twilight

3 - 4 yıl oldu herhalde bu filmin adını öğreneli. Okulun son günlerinde öğrencilerim getirmişler cd'sini, izleyelim hocam diyorlar. Ben bilmediğim şeyi izletemem size diye geri çevirip Yukarı bak animasyon filmini izletmiştim:) Risksiz bir film seçmek lazım tabi, küfür mü var, öpüş kokuş mu belli olmaz :)

Seneler içinde çok karşılaştım tabi ama vampirli film , gençliğe özel diye pek de ilgimi çekmedi. Ta ki eşim cd'sini alıp gelene kadar. Madem bu kadar da meşhur hadi oturup izleyeyim bari dedim sonunda :)

Filmimizde bir kız kahramanımız var Bella : Bi kere kesinlikle güzel değil :) Bakışları, dudakları, devamlı ağzının açık olması, Edward'a aşık olma durumları çok itici :) Annesiyle babası ayrı ve bir müddet babasının yanına yaşamaya gelmiş, kasabanın okuluna kaydolmuş. Arkadaş edinme, okula ve kasabaya alışma derdinde...

Bir de erkek kahramanımız var. Edwaaardddd. Genç kızların hastası olduğu oyuncu ama neyine hastalar bilmem. Kalın kaşlı, donuk bakışlı, bir de üstüne üstlük vampir :) Vampir olduğu için suratı da bembeyaz, bu da bi antipatiklik katıyor beyimize :) 

Filmin konusu da Bella yeni başladığı okulda Edward'a rastlar ve birbirlerine aşık olurlar. Bella onun garip davranışları olduğunu farkeder ve araştırarak bulur ki Edward bir vampir. Bir müddet sonra sevgili olurlar. Buraya kadar durağan olarak devam eden filme sonlarına doğru bir hareket geliyor ve başka vampirlerin Bella'ya göz dikmesiyle yaşanan heyecanlı olaylar başlıyor...

Filmde Bella ve Edward tavırları bir nebze antipatik olsa da 2. de izlenebilir durumda. Umarım ondan daha çok zevk alırım...

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Hu Hu Mimlenmişim...

Sevgili amphitrite beni mimlemiş, bana da cevaplamak düşer di mi?

1-Eğer Düğünün Olsaydı Nasıl Olurdu?

Öncelikle eğer düğünün olsaydı cümlesi biraz garip oldu sanki, düğünüm olalı tam tamına 5,5 yıl oluyor çünkü. O zaman da önce bir düğün salonunda düğün yapmıştık, sonra da Çamlıca'da bir mekan tutup gençler hem yemek yiyip hem de eğlenmeye devam etmiştik. Güzel geçmişti. Bir problem çıkmamıştı şükür. Ama o zaman imkanlarımız biraz daha kısıtlıydı, (sanılmasın ki şimdi sel olmuş akıyor ). Şimdi yapsam herşeyle, her detayla daha fazla ilgilenir, biraz daha güzelini yapardım...Ama gelinliğim bir harikaydı. Çok içime sinerek almıştım, hala baktıkça ne kadar doğru bir karar verdiğimi anlarım ...

2-Yolda Giderken Sevdiğin İdole Rastlasaydın Ne Olurdu?

Benim idolüm yok desem.. Lise yıllarındayken sınıfımız ikiye bölünmüş, yarısı Tarkan, yarısı Musti diye delirirken resimlerini öpüp koklar, şarkılarını söylerken bile yoktu kimseye hayranlığım...
Sadece tüm düşünceleri, sözleri , hareketleriyle Atatürk'ü idol olarak görürüm, onunla da yolda karşılaşma ihtimalim yok maalesef :(( Ama rüyamda filan karşılaşsam da elimden bu kadarı geldiği için özür dilerim herhalde...

3-Bir Dizi Karakteri Olsan Hangisi Olmak İsterdin?

Hatırla Sevgili'deki Yasemin olmak isterdim. Her açıdan...
Bi kere Allah var çok güzel bir kız, çıtı pıtı sevimli, sempatik...
Ayrıca dizide Okan Yalabık gibi bir yakışıklıyla rol almış...
He bi de en önemli sebep 60'lardan itibaren Türkiye'yi anlatan bir dizi bu. Darbeler, karışıklıklar, Deniz Gezmiş, Adnan Menderes... Dizi bile olsa bu ortamı bir nebze hissetmiştir herhalde...
Dizideki kıyafetler, Büyükada, arkadaşlıklar, aşklar...
Zaten en sevdiğim dizi Hatırla Sevgili, geçen yaz baştan sona izlemiştim tekrardan. Bir dizi karakteri de olsam herhalde en sevdiğim dizinin baş karakteri olmak isterim yani :)



4- Hayatın Bir Senaryo Olsa ve Senaristi Sen Olsan Ne Yazardın?

Hayatımın senaristi olsam herhalde mutlu , sağlıklı, paralı, huzurlu, eğlenceli, bolca gezen, yiyen, içen, okuyan bir aile dizisini yazardım...

5-Hep Yaşamayı Merak Ettiğin Bir Gün Bu Olayı Tatmalıyım Dediğin Bir Olay Var Mı?

Yine zamandan dolayı tatmam imkansız ama Kurtuluş Savaşı zamanını görmek isterdim. Birebir o mücadeleye destek olmak için...

6-Eğer Olanaklarını Göz Önünde Bulundurmadan, Hiçbirşeyi Düşünmeden İstediğin Mesleği Seçecek Olsaydın Bu Ne Olurdu?

Ünlü bir gazeteci olmak isterdim. Ya da dansçı, hee tiyatrocu da olabilir. Belki de bir avukat. Gördüğünüz gibi yüreğimde neler yatıyor neler :) 

7-Farklı Bir Nedenle Dünyaya Gelecek Olsaydın, Kimin Görünüşünde Olmak İsterdin?

Ayyy düşündüm düşündüm bulamadım, bu kadar memnun muyum görünüşümden acaba?

8-Hayallerine Konuk Ettiğin Prens Nasıl Biri?

Ben evliyim, bu soruyu cevaplamam caiz değildir :)

9-Giyim Tarzın

Okul hayatında mecburi klasik, ama diğer zamanlar hep spor. Her renk giyerim, her tarz giyerim. Şimdi biraz kilo fazlam olduğu için (yaklaşık 6 kilo kadar ) giyebildiklerim kısıtlı ama neyse :(

10-Seni En Etkileyen Film veya Dizi Sahnesi

İlk aklıma gelen yine Hatırla Sevgili'den.. Darbe zamanında Yasemin'in milletvekili olan babası tutuklanırken...
Bir de Deniz Gezmiş'le Adnan Menderes'in idam sahneleri...

Cevaplamak isteyen herkesi mimliyorum...

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Şeker Portakalı - Jose Mauro De Vasconcelos

Bu ayki yazar etkinliğinde Vasconcelos'un kitaplarını okuyoruz. Şeker Portakalı'nı seçtim ben de, lise yıllarında okumuştum bu kitabı ama Zeze'nin ismi dışında hatırladığım hiçbirşey yok :)

Kitap konusunda fazla bilgi verdim bu sefer. Gerisi kitapta diyemedim :) Eğer kitabı okumayı düşünüyorsanız,  yazımda heyecanı kaçıracak yerler olabilir bilginize...


Zeze 5-6 yaşlarında, yaramaz mı yaramaz, ama araştırmacı, ilgili, meraklı bir çocuk. Oldukça fakir bir ailenin oğlu, babasının doğru düzgün bir işi yok, annesi de evi geçindirmek için gece gündüz çalışıyor. 
Genelde ailedeki herkes yaramazlıklarından dolayı Zeze'yi dövüyor...

Yeni taşındıkları evde herkes kendine bir ağaç seçiyor sahiplenmek için. Zeze'ye de şeker portakalı fidanı kalıyor, ama bunu beğenmeyip ilk zamanlar üzülüyor. Taa ki onun fidanının kendisiyle konuştuğunu farkedene kadar. Minguinho adını veriyor bu fidana ve en iyi arkadaşı oluyor onun...


Bir de Portuga var arkadaşı, çok büyük ve güzel bir arabası var. Zeze hareket halindeyken o arabanın arkasına takılmak istiyo, yarasacılık diyorlar bu oyuna. Bir gün cesaretini toplayıp tam takılacak ki, Portuga yakalıyor Zeze'yi iki kulağından, bir güzel de pataklıyor. Soınraki günlerde hep kaçıyor Zeze Portuga'dan eee gururu incinmiş, üzülmüş, rezil olmuş. Ama bir gün yine kesişiyor yolları ve Portuga Zeze'yi arabasına bindiriyor, gün geçtikçe dost oluyorlar. Portuga Zeze'nin babası gibi davranıyor, kol kanat geriyor. Zeze de konuşmalarıyla, hayalleriyle onu mutlu ediyor. Ta ki bir gün Portuga arabasıyla bir trenin altında kalana kadar. Zeze bunu duyar duymaz yollara düşüyor onu görebilmek için. Ama sonrasında hastalanıyor, bir kötü haber daha alıyor, evlerinin önünden yol geçecek ve şeker portakalını yerinden söküceklermiş :( Çok üzülüyor, günlerce kendine gelemiyor. Sonra yavaş yavaş iyileşiyor ama yüreğinin acısı geçmiyor :(

Bu kitapta da beni derinden etkileyen bölümler var tabi ki...

  • Annem hemen hemen doğduğu günden beri çalışmaktaydı. Altı yaşına geldiği sıralarda fabrika kurulunca onu işe sokmuşlar. Bir masaya oturtmuşlar, araçları temizleyip silmesi gerekiyormuş. Ama o kadar küçükmüş ki tek başına aşağı inemediğinden, bulunduğu yerde altını ıslatıyormuş.  (Zeze annesini tarif ederken)
  • Noel için oyuncak dağıtımı yapılıyor bir yerde. Zeze küçük kardeşi Luis'i alıyor ve bir oyuncak alabilmek için dakikalarca yol yürüyüp, yeri geldiğinde Luis'i kucağına bile alıyor. Ama maalesef yetişemiyorlar. Onlar vardığında bütün oyuncaklar dağıtılmış ve herkes dağılmış oluyor. Tabi Luis de Zeze'de çok üzülüyor. (Biz ve çocuklarımız tek bir oyuncağının olmamasını anlayamayız herhalde. Allah bugünlerimizi aratmasın.)
  • Zeze annesinden yeni bir kıyafet istiyor, okulda çok başarılıyım diye. Annesi de" tamam yavrum gerekirse 1 hafta geceleri de çalışırım o kıyafeti sana alırım " diye cevap veriyor :(
  • Çantalarımızın içinde kitaplarımız, defterlerimiz, bir de kalemlerimiz vardı yalnızca. Kahvaltılık bir şey söz konusu değildi, öbür çocuklar içindi bu :( (Zeze kendisinden ve kardeşlerinden bahsederken)
Yukarıdaki bölümleri okuyunca bile kitaptaki fakirliği hissedebilirsiniz. 

Gelelim bu kitabın şikayet edilmesine, okudum okudum özellikle dikkat ederek de okudum. Ama ters, terbiyesiz, ahlaksız hiçbir şey göremedim. Kıç kelimesi filan kullanılıyor bu mu acaba problem ?

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Kulak Pamuğuyla Sulu Boyama...

Bu şahane fikri geçenlerde internette gördüm, bugün de Öykü'yle kendi şaheserlerimizi yarattık :)

  Önce bir ağaç renklendirdik beraber...



Sonra da kalp çizip , 3 kişilik ailemizin baş harflerini kondurduk. 


Her resimde Öykü'nün kendine ait çizgileri görünüyor herhalde :)

Çok eğlenerek yaptık bu çalışmaları, benim bile hoşuma gitti, renkli noktacıklar :)

Denizler Altında Yirmi Bin Fersah - Jules Verne

Yazar aylarının nisan konuğuydu Jules Verne. Ben de o zaman niyetlenip okumaya başladım bu kitabı, ama maalesef yoğunluktan nisan ayına yetiştiremedim yorumlamayı. Neyse yazar aylarına dahil olmasa da okuduğuma çok memnun olduğum bir dünya klasiği. Kitap çocuklar ve gençler için düşünülse de ben de gayet zevk alarak okudum. 

1860'lı yıllarda denizde garip olaylar meydana gelmeye başlar, canavara benzer bir yaratık gördüklerini iddia eden denizciler, darbe alarak kaza yapan gemiler, çok hızlı hareket edip ışık saçan bir yaratık... 
Bunun ne olduğunun anlaşılması ve eğer canavarsa avlanması için Amerika'nın Abraham Lincoln isimli bir denizaltını görevlendirilir. Fransız bir bilim adamı olan Pierre Aronnax ve yardımcısı Conseil de bu yolculuğa dahil olur, şayet bu yaratığa rastlarlarsa bilgi vermek açısından. Zaman geçtikçe geçer ama denizaltı hiçbir yerde rastlayamaz bu yaratığa. Tam ümitsizliğe kapılmışken, derinliklerde ışık saçan bir kaynak olduğunu görürler ve peşine düşerler. Takip sonunda bu yaratığın havaya püskürttüğü su yüzünden denizaltının güvertesi su içinde kalır ve Prof. Pierre , Conseil ve zıpkınçı Ned suya düşerler. Denizaltının dümeninin kırılması yüzünden onlara yardıma gelmesi imkansızlaşır. 
Denizde kalan üç kişi önce bir adacığın üstüne çıkar, ama fark ederler ki bu adacık değil, avlamak için takip ettikleri yaratık. Derken bunun deniz yaratığı değil de bir denizaltı olduğunu farkederler. O sırada bir kapak açılır ve denizdeki üç kişiyi de bu denizaltının içine alır. 3 kişi de şaşkınlık içindedir, ne olduğunu anlamaya çalışırlar , ama nafile!... Derken yanlarına denizaltının kaptanı Nemo gelir ve onları artık esir aldığını söyler, denizaltının içinde istediğiniz gibi dolaşabilirsiniz, zaten kaçmanız imkansızdır der.

İlk günler denizaltının nasıl çalıştığına dair mantığı anlamaya çalışarak geçirirler. Sonrasında ise başlarına onlarca şey gelir. Denizaltına özel dalgıç kıyafetleri giyerek ava çıkarlar, mercan mezarlığını ziyaret ederler. İnci tarlaları ve orada çalışan işçiler, deniz altında gördükleri milyarlar, kayıp kıta Atlantis, Güney kutbu ve orada mahsur kalışları... Hepsi de birbirinden farklı ve benzersiz bir sürü tecrübe yaşarlar...Kitabın sonunda ise 3 kişi de normal hayatlarına dönmeye karar verir ve kaçmaya çalışır........ Gerisi kitapta :)

Kitapta en çok ilgimi çeken kısım ise Seylan'daki inci avı oldu. Avcılar günlük 1 dolar karşılığında deniz altından inci çıkarıyorlarmış, denizin altında ortalama 30 sn kalmalarına rağmen çıktıklarında burunlarından ve kulaklarından kan gelirmiş, çoğunlukla yaşlanmaya fırsat bulamadan denizin altında beyin felcine uğrayarak ölürlermiş :(

Böylelikle bir kitabın daha sonuna gelmiş bulunmaktayız. Bu ayki kitap etkinliğinde Şeker Portakalı'yla görüşmek üzere :)

7 Mayıs 2013 Salı

Nereye gidiyor bu dünyanın sonu :(

Yaklaşık 3,5 sene önce Öykü'nün doğduğu zaman hastaneden çıkarken odaya hemşireler geldi ve işitme testi için Öykü'yü başka bir odaya aldılar, siz de gelebilirsiniz isterseniz dediler. Tabi pıt pıt peşlerinden gittim. Ellerinde bir cihaz, önce yavrumun bir kulağına koydular ucunu, yavaş yavaş sesi arttırarak kulaktaki titreşimin arttığını gördüler, sonra diğer kulak için denediler. Sesi ne kadar yükseltirlerse yükseltsinler hiç titreşim gelmedi . Hemen odama döndüm, başladım ağlamaya, annem eşim yanımda, ne olduğuna anlam veremiyorlar. Arkamdan hemşire geldi, "normalde biz bu testi 1 ay sonra yapıyoruz, ama Sağlık Bakanlığı artık hastaneden çıkılmadan yapılmasını istiyor, bir kulağından titreşim gelmemesi normal, daha yeni sudan çıktı bebek. Kulağında minicik bir şey bile olabilir şimdilik tıkalı görünmesini sağlayan. Lütfen üzülmeyin " dediler...
Dediler dediler de gel de bunu bana anlat, eve gidince direk açtım bilgisayarı, bebeklerde işitme problemlerine baktım. 6 aya kadar bir cihaz takılırsa bebek de duyma problemi olmaz diye okudum, eğer varsa böyle bir durum herşeyimi veririm yine de taktırırım cihazı da dedim, ama yine de ondan sonraki günler çok sıkıntılı geçti benim açımdan. Doğumdan 1 hafta sonra kadın doğum doktoruna kontrol için gittiğimde bebek katına çıkıp lütfen tekrar yapar mısınız testi dedim, 1 ayı bekleyemem ki o sıkıntıyla. Testi yineleyince gördüm ki herşey yolunda. O anki mutluluğumu unutamam....

Nerden geldik buralara derseniz... Bugün televizyonda bir haber izledim, 3 yaşındaki çocuğun kulağındaki protezi çalmışlar kapıda oynarken. Çocuk artık duyamıyor :( Annesi perişan, belli ki maddi durumları da yok. Gerçi artık yardım eden biri çıkar ama bunu hangi insan, hangi vicdanla yapar, o çocuğa o anneye bu kötülüğü nasıl yapar aklım ermiyor? Ben bile hiç bir şey belli değilken bunca üzülmüşken, o anne ne yapsın? Çocuk yanına gelip cihazı tak işareti yapıyormuş, kadın ağlaya ağlaya anlatıyo :(

Eskiden bir kitapta da okumuştum Fatih Sultan Mehmet zamanında biri günlerce dolaşıp zekatını verecek kimse bulamamış ve zekat parasını bir ağaca asıp üstüne de bir not iliştirmiş. "Sevgili müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen seni bulamadım. Eğer bu paraya ihtiyacın varsa hiç düşünmeden al "diye.

Ahhh ahhh nerede o devirdeki insanlar, nerede bu devirdeki insanlar...

5 Mayıs 2013 Pazar

Öykü Kaya Tırmanışında...

Öykücüm cuma günü okuluyla beraber Optimum Avm'ye kaya tırmanışına gitti.

Hem kendisi çok eğlendiğini söyledi, hem de fotoğraflardan belli zaten...

Nasıl geçti günün diyorum, anne çok güzeldi. Önce elini atıyorsun, sonra ayağını, sonra diğer ayağını işte bu kadar basiittt diyo :))


Alışveriş merkezinde burası sabit mi, yoksa geçici bir süre mi orasını bilmiyorum ama Öykü'yü tekrar götürmek istediğim kesin :)



İşte ben...

Fotoğrafım
İstanbul, Türkiye
Benden merhaba.. 30 yaşlarında okumayı, gezmeyi, eğlenmeyi seven bir öğretmenim. Bir de 3,5 yaşında hayatımın Öykü'süne sahibim. Blogumda güzel vakit geçirmeniz dileğiyle...